Yazar "Elmas, Aykut" seçeneğine göre listele
Listeleniyor 1 - 3 / 3
Sayfa Başına Sonuç
Sıralama seçenekleri
Öğe DEPREMİ SARAYA ANLATMAK: İSTANBUL’DA 1894 ZELZELE-İ AZÎMESİ VE LOUIS SABUNCU’NUN DEPREMİ BİLİMSEL AÇIDAN İZAH GİRİŞİMİ(Türkiye Kamu Çalışanları Kalkınma ve Dayanışma Vakfı (TÜRKAV), 2023) Elmas, AykutYakın bir tarihte bir kez daha anlaşıldı ki deprem bugünün modern çağında dahi insanlık önünde en yıkıcı doğal afetlerden biri olarak durmaktadır. Yani geçmişten bugüne insanın deprem karşısındaki edilgen konumu değişmemiştir. Bu çalışmada, eski toplumların deprem tecrübelerine örneklik teşkil etmesi adına 10 Temmuz 1894 depremi ele alınmış ve temelde iki nokta üzerine odaklanılmıştır. Bunlardan ilki, depremin şehirde yarattığı etki, olay sonrası yaşanan gelişmeler ve gösterilen reflekslerdir. İkincisi ise, Mabeyn-i Hümayun mütercimlerinden Louis Sabuncu’nun, II. Abdülhamit’i deprem hakkında bilgilendirmek amacıyla kaleme aldığı layihadır. Bu bağlamda, çalışmanın giriş kısmında, genel hatlarıyla İstanbul’un 15. yüzyıl öncesi deprem tecrübeleri ve bu tecrübeleri aktaran kaynakların bazı özelliklerinden bahsedilmiştir. Ardından birinci bölümde kişisel özellikleri ve hayat serüveniyle oldukça ilginç bir karakter olan Louis Sabuncu’nun biyografisine yer verilmiştir. İkinci bölümde kronik ve araştırma kaynaklar üzerinden Osmanlı İstanbul’unun etkilendiği 1519, 1719 ve 1766 büyük depremleri hakkında bilgi verildikten sonra 1894 depremi, ağırlıklı olarak arşiv kayıtları ışığında ele alınmıştır. Son bölüm ise depremin ardından başlatılan arayı bilgilendirme girişimlerine ve Louis Sabuncu’nun deprem hakkındaki layihasına ayrılmıştır. Ayrıca bolümün sonunda bu layihanın günümüz Türkçesine aktarımı yapılmıştır.Öğe Depremi Saraya Anlatmak: İstanbul’da 1894 Zelzele-İ Azîmesi Ve Louıs Sabuncu’nun Depremi Bilimsel Açıdan İzah Girişimi(Kamu Yönetimi Enstitüsü, 2023) Elmas, AykutYakın bir tarihte bir kez daha anlaşıldı ki deprem bugünün modern çağında dahi insanlık önünde en yıkıcı doğal afetlerden biri olarak durmaktadır. Yani geçmişten bugüne insanın deprem karşısındaki edilgen konumu değişmemiştir. Bu çalışmada, eski toplumların deprem tecrübelerine örneklik teşkil etmesi adına 10 Temmuz 1894 depremi ele alınmış ve temelde iki nokta üzerine odaklanılmıştır. Bunlardan ilki, depremin şehirde yarattığı etki, olay sonrası yaşanan gelişmeler ve gösterilen reflekslerdir. İkincisi ise, Mabeyn-i Hümayun mütercimlerinden Louis Sabuncu’nun, II. Abdülhamit’i deprem hakkında bilgilendirmek amacıyla kaleme aldığı layihadır. Bu bağlamda, çalışmanın giriş kısmında, genel hatlarıyla İstanbul’un 15. yüzyıl öncesi deprem tecrübeleri ve bu tecrübeleri aktaran kaynakların bazı özelliklerinden bahsedilmiştir. Ardından birinci bölümde kişisel özellikleri ve hayat serüveniyle oldukça ilginç bir karakter olan Louis Sabuncu’nun biyografisine yer verilmiştir. İkinci bölümde kronik ve araştırma kaynaklar üzerinden Osmanlı İstanbul’unun etkilendiği 1519, 1719 ve 1766 büyük depremleri hakkında bilgi verildikten sonra 1894 depremi, ağırlıklı olarak arşiv kayıtları ışığında ele alınmıştır. Son bölüm ise depremin ardından başlatılan sarayı bilgilendirme girişimlerine ve Louis Sabuncu’nun deprem hakkındaki layihasına ayrılmıştır. Ayrıca bolümün sonunda bu layihanın günümüz Türkçesine aktarımı yapılmıştır.Öğe OSMANLI’DA DARBENİN DİLİ ÜZERİNE: BİÇİM VE İÇERİĞİYLE EYLEMDEN SÖYLEME BİR DARBE TEAMÜLÜ VE OLUŞUMU(2023) Elmas, AykutOsmanlı siyasi düşüncesinde iktidar, imparatorluğun klasik çağında, birbiriyle iç içe geçmiş düalist bir halife-sultan kimliği geliştirmiş ve kendisini, bu kimlikten gelen hem fiilî hem de dinî çağrışım üzerinden son derece muhkem ve mutlak bir konumda yerleştirmişti. Her ne kadar zaman zaman merkez ya da çevrede baş gösteren birtakım askerî veya dinî-sosyal isyanlarla karşılaşmışsa da, hanedan içi mücadelelerden kaynaklı taht değişiklikleri dışarda tutulduğunda, tahttaki varlığı kaydıhayat ile sabit olmuştur. Ancak 16. yüzyılın sonları ile 17. yüzyılın başlarını kapsayan dönemde bu durumu aleyhte etkileyecek bir dizi gelişmeler yaşandı. Bunların ilki, kuruluş ve yükseliş devirlerindekinin aksine, yetkilerini saray hane halkına devreden ve seferlere öncülük etmeyen yeni bir iktidar görünümünün ortaya çıkışıydı. Buna paralel diğer bir gelişme ise, saray çevresinde, evlilik yoluyla hanedanla akrabalık bağı kuran güçlü ailelerin belirmeye başlaması oldu. Bu dönüşümler iktidarı zaten bir dereceye kadar pasifleştirmekteyken, daha sonra kendini gösteren, şehzadelerin sancağa çıkarılması usulünün terki, bu etkiyi daha da artırdı. Zira sancak usulünün terkine bağlı olarak gelişen kafes sistemi, hem iktidarı taht öncesi kazanacağı siyasi ve idari tecrübeden mahrum bırakıyor hem de taht için sarayda her daim hazır bir alternatif bulundurmakla onun tahttaki kaydıhayat konumunu tehlikeye düşürüyordu. Tüm bu gelişmeler, klasik çağdaki mutlak otorite algısını yıpratarak, iktidarı bir nevi edilgen bir alana sürükledi. Bu da, 17. yüzyılın ilk çeyreği henüz tamamlanmadan, kendini çok daha açık biçimde hissettiren iktisadi problemlerin imparatorluk merkezinde sebep olduğu şiddetli tepkiler ve saray çevresindeki bürokratik ikbal mücadeleleri sırasında, iktidarın tahttaki varlığına dair yeni bir durumun, geleneğin dışında başka bir öznenin ortaya çıkışının zeminini hazırladı; bir asır öncesine kadar isyanlarda genellikle kendi lehine bazı tavizler gözeten, iktidardan bürokrat ya da bürokratlarının azlini veya izalesini talep eden hanedan dışı güç odakları, 17. yüzyılda dirençle karşılaştığı takdirde artık bizzat iktidarın kendisini de hedef almaya başladı ve darbe, Osmanlı’da taht değişikliğinin yeni bir biçimi olarak doğdu. İç dinamiklerdeki değişimlerin yarattığı yeni koşullarda, ulaşılmaz ve dokunulmaz konumu sarsılmış iktidarı halife-sultan kimliğinin sunduğu korunaklı dairenin dışına çıkarabilmek, onun fiilî ve dinî boyutlarına denk düşen unsurların ve araçların muhalif cephede bir araya gelmesiyle mümkün oldu. Hiç şüphesiz bu noktadaki en önemli aktör ve paydaşlar ise, doğal işleyişte iktidarın en etkin tahakküm uzuvları olarak görülebilecek olan askerî unsur ve ulema idi. Klasik devlet sistemindeki bozulmayla eş zamanlı olarak müşahede edilen bu yeni durum, sonraki asırlarda da yinelenmesini sürdürdü ve darbe olgusu, gösterdiği devamlılıkla, imparatorluk siyasi tarihinin önemli parçalarından, hatta bazen dönüm noktalarından biri haline geldi. Aynı öneme denk olarak, bu sürecin başlarında, varlığını imparatorluğun son dönemine dek sürdüren, Osmanlı siyasi düşüncesinin değiştiği ve dönüştüğü asırlarda dahi riayet edilen bir darbe teamülü oluştu. İşte bu çalışma, sözü edilen teamülün biçim ve içerik açısından analiz edilmesi ve tarihsel süreçteki oluşumuna ışık tutulması amacıyla kaleme alındı. Sonuç olarak ilgili teamülün, biçim ve içerik açısından, kavramları, olguları, araçları ve işleyişiyle iktidarın düalist kimliği etrafında, 17. yüzyılın ilk yarısındaki darbelerde tedricen şekillendiği görüldü.